Sıcak Temas, Sıcak Çorba

Bir koku gelir ya bazen burnunuza… Çocukluğunuzdan bir mutfak, annenizin sesini duyduğunuz bir sabah ya da sevdiğinizin elinden çıkmış bir yemek… İşte ben yıllardır o kokuların peşinden koşarak yazılar yazdım. Tabağın içindekini değil, yemeğin ardındaki hikâyeyi anlatmayı seçtim. Ama 6 Şubat sabahı her şey sustu. O sabah yemeklerin değil, duvarların kokusu sinmişti şehrin üstüne.


Ben Adana’daydım. Depremin merkez üssü biz değildik ama burası da yara aldı. Gözümün önünde yıkılan binalar, ellerimle dokunduğum ama artık olmayan sokaklar var. O sabah her şey dondu. Kalbim, ellerim, kelimelerim…

Aylarca hiçbir şey yazamadım. Yazmak, yemek gibi bir eylem benim için. Ama boğazım düğümlüyken, kalemim de sustu. Ta ki o anı hatırlayana kadar.


Bir battaniyenin altına sığınmış bir kadın, elinde kepçeyle bir tabak sıcak çorba uzatıyor. Ne şef üniforması var ne de alkış bekleyen bir hali. Ama gözlerinde tarifsiz bir kararlılık var. Onunla göz göze geldiğimde anladım: Bu sadece bir çorba değil. Bu, hayata dön çağrısı.


Gönüllü Şefler, Sivil Ruh ve Sıcak Yemekler

Depremin ilk günlerinde insanlar yardım yağdırdı, ama en büyük eksik sıcaktı. Soğukta, elektriksiz, ocaksız hayatın tam ortasında sıcak bir tas yemeğin anlamı kelimelerle anlatılamaz. İşte bu noktada göz ardı edilmemesi gereken iki kahraman çıktı karşımıza: gönüllü şefler ve sivil toplum çalışanları.


Profesyonel mutfakları bırakıp gelen, kendi işletmesini kapatıp sahaya inen gönüllü şefler; elleriyle sadece yemek yapmadılar, aynı zamanda insanların yüreğine dokundular. Sivil toplum örgütleriyle birlikte kurdukları seyyar mutfaklarda, binlerce kişiye ulaşan bu sıcak yemekler sadece karın doyurmadı. Umudu da yeniden ısıttı.


Bir Kazanda Pişen Dayanışma

Bu işbirliği sade ama çok güçlüydü:
- Gönüllü şefler sahaya bilgi ve becerilerini taşıdı.
- Sivil toplum örgütleri, ihtiyacı belirleyip alanı organize etti.
- Kurulan geçici mutfaklarda, her gün binlerce kişiye sıcak yemek ulaştı.
- Menüler soğuk hava, kalori ihtiyacı ve psikolojik etkiler düşünülerek hazırlandı.

Yemekler kazanlarda değil, kalplerde pişti. Çünkü orada biri vardı. Adını bilmediğin ama seni tanıyan bir insan… Göz göze geldiğinizde tarif edilemez bir bağ kuruldu. O yemek sadece mercimek değildi, insanlıkla yapılmış bir çorbaydı.


Bir Fincan Kahve, Bir Ömürlük Dostluk

Hatırladıkça gözlerimi dolduran bir başka anı daha var. Yardım için gittiğimiz Hatay’ın Hassa ilçesinin Köprübaşı köyünde, bir kadının sesiyle durduk. “Bebek bezi ve iç çamaşırı getirir misiniz?” dedi sadece. Gıdaya da ihtiyacı vardı ama ondan önce insan onuruna dair şeyleri istemişti.


Yanımızda götürdüğümüz gıdaları dağıttıktan sonra, Muhtar Mehmet Amca bizi evinin yanına çağırdı. Yıkılmış taşların arasına birkaç taş dizmişti, üstünde yanan bir ateş ve ucundan çatlamış bir cezvede kahve kaynıyordu. Bardak yoktu, fincanlar yamuktu ama o kahve… O kahve, hayatımda içtiğim en güzel kahveydi.


Orada öğrendik ki, aslında Mehmet Amca ve eşi depremden önce oldukça varlıklıymış. Ama köydeki 22 hanenin tamamı yıkılmıştı. Artık herkes aynı eşikteydi. O gün biz sadece kahve içmedik. Biz orada dost olduk. O kahveyle beraber insanlığın ortak paydasını yudumladım ben.


Yeniden Yazmak… Yeniden Yaşamak

Aylar sonra yeniden yazmak cesaret istiyor. Kelimeleri geri çağırmak, yaşadıklarını anlamlandırmak zor. Ama biliyorum, artık yazacağım her şeyin içinde o kazanların buharı, Mehmet Amca’nın kahvesi ve çocuklar için istenen bebek bezlerinin sessiz çığlığı olacak.


Bu yazı, gönüllü şeflere, sivil toplum emekçilerine, bir tas yemekle umut dağıtanlara ve insanlığı unutmayanlara bir teşekkürdür.

Ve belki bu satırları okuyan biri, bir gün bir kazanın başına geçip “Ben de yapabilirim” der. O zaman bu yazı da bir yemek gibi paylaşılmış olur.


Bir sonraki yazımda buluşmak dileğiyle sağlıcakla kalın.


İsmihan Akkök

Yorumlar (1)
Ceren Avcu
Posted 31.5.2025 13:28:24 Cevapla

Duygularımıza tercüman olmuşsunuz kaleminize sağlık çok güzel bir yazı 👏

Yorum Bırak