Bazı görüşlere göre canlılar, yaşamak için yiyenler ve yemek için yaşayanlar olarak ikiye ayrılır. İnsan nesli için her ikisi de geçerli sanırım. Yoksa obeziteyi başka türlü açıklayamayız. Elbette çevrenizde sürekli yemeyi düşünen ve yediği her şeyden ama her şeyden nasıl bir keyif aldığını şahit olduğunuz insanlar olmuştur.
Tabiki beslenme hayatın idamesinin en başında geliyor. Bir insan sadece su içerek beslenirse, vücut fonksiyonları 56 gün dayanıyor. Susuz kalmak ise 3. günden itibaren dengeyi bozuyor ve 7. günden sonra da tıbbi müdahel gerekiyor. Bu araştırmaları bir kenara bırakalım ve nasıl beslenmeliyiz ile devam edelim.
Beslenme vücut fonksiyonlarının tam çalışması için gerekli. Normal bir insan alışkanlıklardan doğan ve açlık hissinden kaynaklı olarak günde 3 öğün beslenir. Bunlardan en önemlisi ise sabah kahvaltısıdır. İyi bir kahvaltı gün içinde enerji ihtiyacını karşılar ve ilk ateşlemeyi yapar. Ve böylelikle vücut fonksiyonları çalışmaya başlar. Bir nevi vücuda alınan yakıt diyebiliriz.
Doğru yapılan bir kahvaltı farkında olmadan vücudumuza verdiğimiz değer ölçütü olabilir mi? Peki beslenme dengesini nasıl ayarlamalıyız?
En önemlisi vücudun ihtiyaç duyduğu protein, karbonhidrat ve yağ dengesini sağlayabilmemiz. Yeterli ve dengeli beslenme için besin öğelerini ihtiyaç kadar almamız gerekiyor ki fizyolojik ihtiyacımız karşılanabilsin. Proteinler günlük enerji gereksinimin %15 ini karşılarken % 60 ını karbonhidratlardan, %25 kadarınıda yağlardan karşılamamız gerekiyor. Bu denge bozulduğunda ise çeşitli fiziksel bozukluklar ortaya çıkıyor. Karbonhidrat ve yağların gereken miktardan fazla alınması ise obezitenin önünü açarak bunun yanında kalp damar hastalıkları başta olmak üzere çeşitli olumsuzlarla kaşı kaşıya gelebiliyoruz.
Bu elzem besin öğelerinin yanında mineral,su ve vitaminlerle beslenmeyi desteklememiz gerekiyor.
Vitaminler enerji vermezler fakat enerji üretimi sırasında enzimlerle birlikte çalışırlar. Minerallerin ise yaşamsal önemi olmakla birlikte besinlerle vücuda alınarak vücut fonksiyonlarında görev alırlar. Su zaten açıklamaya gerek duymayacak kadar önemli olduğunu söyleyebiliriz. Yazının başında da bahsetmiştim zaten!
İnsanoğlu var olmaya başladığı andan bu yana beslenme şekillerini değiştirmiş olmakla birlikte, yenileyerek ve değiştirerek çok farklı beslenme yollarını denemiş, geçmişten günümüze insanla birlikte besinlerde evrimleşerek günümüze kadar gelmiştir. İlk insan Turkanaboy’dan, homosapiens’e ve neandertaller’e kadar beslenme ilk sırada yer almış, önceleri yenebilen her şeyi çiğ olarak tüketen insan nesli zamanla ateşin bulunmasıyla pişirmeyi öğrenerek beslenme şekillerini günümüze aktarmıştır. Pişirme sonrasında insan ömründe uzama ve dişlerde evrimleşmeler meydana gelmiş, günümüz insanlığı yavaş yavaş oluşmuştur.
Gıdalar en önemli besin öğelerinizi oluşturur. Bir gıdayı sevip sevmemek ya da yemeyi tercih edip etmemek kişinin yeme alışkanlıklarıyla ve damak tadıyla doğrudan ilişkili olmakla birlikte daha önce hiç yemediğimiz bir gıdayı önce koklar, kokusu çekici gelirse tadar, tadı güzel gelirse yeriz. Kokusunu beğenmediğimiz bir yemeği yemeyi tercih etmeyiz. Bu insanoğlunun duyularının beslenmede ne kadar önemli olduğunun bir kanıtıdır. Ve duyularımız önce görür, görüntüden önce kokusu hissedilir, beğenilirse tadılır ve bazende o besine dokunma ihtiyacı duyar dokusunu anlamaya çalışırız. Bu ilk insandan bu yana çalışan içgüdüsel bir mekanizmadır.
Tüm bu anlatılardan yola çıkarsak yaşamak için yemeliyiz diyebiliriz. Hayatın sağlıkla idamesi doğru beslenmede yatıyor!
Yemek için yaşama, yaşamak için ye ! Doğru sloganınız olsun.
Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle sağlıcakla...
Hafize Mutlu