Uzun zamandır ne yazsam acaba diye düşünüyordum. Dün gece yatmadan önce bu konuyu yazmak geldi aklıma ve sabah kalkar kalkmaz hemen yazmaya koyuldum. Türkiye’de bir kesim öğrenci grubu okulların açılmasını istiyor, bir kesim de açılmamasını. Ben mezun olmuş biri olarak okulların açılmaması gerektiğini düşünüyorum. Şimdi neden böyle düşündüğümü argümanlarımla ortaya koyacağım. Sadece turizm fakültesi için değil tüm fakülteler için.
Okulların açılmasını talep eden arkadaşların da gerçekten bir argümanları varsa bu yazının altında paylaşmasını rica ediyorum veya bana kişisel hesabımdan ulaşıp argümanlarını sunabilirler. Lakin okulların açılmasını isteyenleri gerçekten anlamıyorum hatta bir adım öteye götüreyim konuyu. Yarın YÖK Başkanı olsam okulların açılmasını isteyenleri tüm okullardan atarım; bunlar nasıl üniversite kazanmış diye. Zira bence bu arkadaşlar Türkiye’nin eğitim seviyesini doğrudan gösteriyor. İçinde bulunduğu durumu doğru bir şekilde analitik olarak çözümleyip okuyamıyor bile.
Argümanlarıma geçmeden sevgili Celal Şengör’den kimsenin söylediği zaman üzerinde durmadığı ama sonunda haklı çıktığı iki alıntı yapmak istiyorum.
“Üniversiteler elit yerlerdir, herkesi doldurma yerleri değildir, açılan bu kontenjanlar çok fazladır.”
“Her yere üniversite açmak ahlaksızlıktır.”
Şimdi kendi argümanlarıma geçebilirim. Öncelikle diğer fakültelerden turizm fakültesine ve gastronomi bölümüne doğru bir geçiş yapacağım bilginiz olsun. Bakanlığın son olarak açıkladığı verilere göre; “eğer doğruysa” Türkiye’de her gün tespit edilebilen günlük 10 bin vaka var. Yine bakanlığın açıkladığına göre 2 metre mesafe, maske ve hijyen çok önemli.
Bildiğiniz veya bilmediğiniz gibi Türkiye’deki birçok öğrenci ekonomik durumu iyi olmadığı KYK öğrenci kredi bursu ile okumaya, okulunu onunla bitirmeye çalışıyor. Bu gençler normal şartlarda kıt kanaat geçinip, ay sonunu zor getiriyorlardı. Şimdi bu şartlarda haftada 4 gün ve minimum 8 dersi olacağı için; her derse 1 tane hatta ders saatleri 2-3 saati geçtiği için 2 tane maske alması gerekiyor. Yani sadece haftada 16 maske demek bu!
Yine aynı hesapla bir ayda 64 maske eder. Bu da 1 TL’den maske alındığı bu günlerde “çok iyi niyetle, çünkü talep yoğun olacağı için klasik Anadolu irfanına sahip esnaflarımız bulmuşken zorunlu alıcı hemen fiyatları iki üç katına çıkaracak” 64 tl. Ay sonunu zor getiren ve parası yetmeyen bu gençlere ekstra bir külfet daha binecek. Sevgili devletimiz bu gençlere okumaları için verdiği parayı bile geri aldığından, bu maskelere destek olmasını beklemek veya okulları bitince bu maskelerin paralarını istememesini beklemek kocaman bir hayal.
Şimdi bir diğer konu hijyen malzemeleri. Ben 4 yıl üniversite okudum ve bunun 3,5 yılı bilfiil okulda aktif ders alarak geçti. Ben bu 3,5 yılda okul lavabolarında 5 kere sıvı sabun görmedim ve gördüklerimin içine de su katılmıştı. Tuvalet kağıdı falan zaten hak getire. Normal şartlarda ülkesinin en aydın “olması beklenen” gençlerine hijyen ekipmanını bile sağlayamayan devlet bu şartlarda sık sık hijyen malzemesi göndermesi gerecek. Sadece yukarıda saydığım ürünler değil; dezenfektan da göndermesi gerekecek. Bunu nasıl yapacak! Bunlar yine öğrencilere bırakılırsa, bu öğrenciler bu mali şartlarda nasıl okuyacak?
Devlet yurtlarının öğrenci kapasitesine yetmediği açık bir gerçek olduğu için devlet yurtlarında kalamayan, kalamayacak olan gençler, “yine Anadolu irfanıyla bezenmiş bu halk talepten ve zorunluluktan faydalanmak için kiraları fahiş noktalara çekeceği için” nasıl ev, apart tutacak ve okuyacak? Ev konusunda olduğu gibi özel yurtlarda da değişen bir şey olmayacak. Yine Anadolu irfanını benimsemiş halk, talepten ve kişi sayısının düşmesinden dolayı fiyatları fahiş noktalara çekecekler! Bu öğrenciler o zaman ne yapacak?
Gelelim okulların, sınıfları ve kontenjanlarını konusuna. Yukarıda bahsettiğim gibi Celal Şengör söylerken kimse dinlemedi. YÖK her yıl her bölümün kontenjanını arttırdı. Örneğin İİBF bölümlerinin ortalama kontenjanları 75 kişi, FEB bölümlerinin kontenjanları 70 kişi, MF bölümlerinin kontenjanları 70 kişi, EF bölümlerinin kontenjanları 70 kişi, TF bölümlerinin kontenjanları 70 kişi, Hukuk, Tıp ve BESYO’ya hiç değinmiyorum bile.
Şimdi ortalama 70 kişilik bu sınıflara her yıl derslerini alttan alan öğrenciler de ekleniyor ve sınıflar ortalama 75-80 kişi oluyor. İİBF, FEF, EF, MF başta olmak üzere öğrenciler normal şartlarda derslerde çok şanslılarsa dip dibe oturuyorlardı. Eğer değillerse derslerde ayakta kalanlar bile oluyordu. Peki 2 metre mesafeyle bu kadar insan hangi sınıfa, nasıl sığdırılabilir ve bu koşullarda nasıl sağlıklı eğitim verilebilir?
Sırada eğitim kalitesi konusu var. Türkiye’nin dünya sıralamasında ilk 100’e giren 1 tane okulu bile yok. İlk 1000’de 7 tane okul var. “Zaten ilk 1000’e giremeyen okullara üniversite ve o üniversitelerdeki akademisyenlere akademisyen dememek gerek orası ayrı bir konu” Bu 7 okulun 3 tanesi İstanbul’da, 4 tanesi Ankara’da. 4’ü özel 4’ü devlet okulu. Bu bilgi ışığında “torpilli” akademisyen kadrolarımızın ne kadar başarılı bir eğitim verebileceğini az çok tahmin edebilirsiniz veya Türkiye’de ne kadar iyi eğitim verildiğini anlayabilirsiniz.
Şimdi son olarak Türkiye’de üniversite eğitiminin nasıl yapıldığını anlatıp gastronomi bölümleri konusuna geçeceğim. Türkiye’de birçok öğrencinin içine içine konuştuğu ama akademisyenlerinin karşısında söyleyemediği “slayttan aynı ses tonuyla okuyacaktınız madem biz bu okula neden geldik.” cümlesini ben burada ifade edeyim. Üniversitelerin açılmasını isteyen gençler bunu bilmiyor veya okudukları okullarda eğitim böyle yapılmıyor olamaz. Şu an yapılan online eğitimin tam olarak neresine karşı çıkıyorlar bu yüzden ben anlamıyorum! Yine slayttan dersi okuyan bir akademisyen var herkes yine dinliyormuş gibi yapıyor, sonra herkes o slaytların fotokopisini almak yerine bilgisayarına, telefonuna, tabletine indirip sınava çalışıp dersi geçiyor. Normalde de akademisyenlerin öğrencilere bir faydası yoktu şimdi de yok. Belki de şu an öğrencilere faydaları daha fazla. En azından bu eğitim sistemiyle öğrencilere fotokopi masrafı çıkarmıyorlar.
Üniversitenin açılmasını isteyen arkadaşların içerisinde bizim online eğitim derslerimizde akademisyen girip okumuyor sadece dosyaları yüklüyor biz çalışıyoruz diyenler olabilir. Ama bu onlar için daha faydalı bir şey. Eğer gerçekten okulların açılmasını isteme sebepleri eğitimse. Aynı ses tonuyla okuyan bir akademisyenden 70 kişilik bir sınıfta bunu dinlemektense, sessiz bir ortamda kendi kendine öğrenebileceğin gibi çalışıyorsun bu ders içeriklerini kendi çalışma programına göre böle biliyorsun. Gününün büyük bölümü sana kalıyor eğer üniversitelerin asıl amacı olan bilim üretme konusunda ısrarcıysan zamanın geri kalanında evinde araştırma yapıp istediğin konuda makale yazabilirsin. Türkiye’de eğitimi yukarıda anlattığım gibi yapmayan gerçekten bir şeyler öğreten ve öğrencilerine destek olan 10-15 akademisyene maille ulaşıp onlardan destek alabilirsin bu okulların açılmasından çok daha faydalı olur.
Diğer bir bakış açısıyla bu eğitim sistemiyle öğrenciler, onlara hiçbir şey katmayan, öğretmeyen zamanlarını çalan hiçbir işe yaramayan bomboş bir diploma veren ve bunun karşılığında sadece boş yere para harcatan bir eğitim sisteminden kurtuldular. İsteyenlerin üniversitelerin temel amacını benimseyenlerin “elit” olma mantığını anlayanların yararına olan bir eğitim sistemine geçtiler.
Üniversitelerde bu eğitim sistemiyle sonunda İhsan Doğramacı’dan beri yerleştirilemeyen üniversiteler herkesi almaz üniversiteler seçkinlerin yeridir politikasına kavuşmuş olacaklar. Zira bu sistem sadece gerçekten öğrenmek isteyen, bilgiye aç araştırmayı sevenlerin faydasına olan bir sistem. Diploma almak için meslek sahibi olmak için orada olanlar kopyayla bomboş diplomalarını alıp hayatlarına bomboş bir şekilde devam edecekler. Zaten üniversitelerin temel mantığı bu öğrencileri okula almamak olması gerektiği için aslında eğitim sistemi de üniversiteler de o öğrenciler de hiçbir şey kaybetmeyecekler.
Şimdi Gastronomi bölümlerinin açılıp açılmaması konusuna değineyim. Yeni açılan okullarla beraber ortalama kontenjan 63 kişi. Buna özel üniversiteler istatistiğe dahil değildir. En iyi şartlarda bile devlet okullarının gastronomi bölümlerinde tezgah sayısı 10 (bir tane istisnası var onu buraya yazmıyorum zira gastronomi eğitimi veriyoruz adı altında bölüm açıp mutfağı bile olmayan çok sayıda okul var). Basit bir matematikle 3 tezgaha 7 7 tezgaha 6 kişi düşer. Beni geçtim sizce bu şekilde sağlıklı bi ders yapmak mümkün mü? Normal şartlarda okul mutfaklarında hiçbir şey öğrenmeyen bu gençler, normal olmayan bu şartlarla nasıl bir şey öğrenecek; konu eğitimse! Eğer diyorsanız ki sınıflar bölünür, az sayıda öğrenci sırayla derse girer. Peki o zaman derslerde yapılacak yemeklerin maliyetleri nasıl karşılanacak?
Normalde 5-6 kişilik gruplarla zar zor malzeme parasını denkleştiren öğrenciler, 2 kişilik gruplarla veya 3 kişilik gruplarla malzeme parasını nasıl yetiştirecek? Okullar bırakın haftalık yapılacak malzemelerin parasını vermeyi, tuzun parasına kadar öğrencilerden alıyor. Bunun dışında okullar her yıl harç topluyor, o harcansın diyorsanız öğrencilere; o hiç olmaz. Neden mi? Rektörlerin oturdukları koltuklarda kalabilmeleri için öğrencilere destek olmaları değil; mevcut iktidara yalakalıkla birlikte menfaatleri doğrultusunda farklı şeyler yapmaları gerekiyor. Zira akademik ve bilimsel yeterlilikleri yok. Hepsi oturdukları koltuklara torpille, bir yerlere yamanmayla geliyor.
Şimdi de mutfağı olmadan veya mutfağı yetersiz olduğu halde gastronomi eğitimi veren okullarda okuyan öğrencilerin durumuna değineyim. Onlar bu süreçte hiçbir şey kaybetmiyorlar zaten. Okulun mutfağında hiçbir şey öğrenmiyorlardı. Sadece slayttan okunan bu bölümün uzmanı olmayan farklı turizm bölümlerinin öğretmenleriyle ikame edilen derslere giriyorlardı. Yani hiçbir işlerine yaramayacak derslere! Şu anda da bu yüzden kaybettikleri hiçbir şey yok.
Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle sağlıcakla kalın.
Burak Göre