Uzun süredir araştırdığım ve hakkında epey okuma yaptığım bir konu hakkında kaleme almak istedim bu yazımı. Neden orta segmentte yaşayan sıradan bir Türk, Uzak Doğu lezzetlerine ön yargı ile bakar? Veyahut aynı şekilde geleneksel İngiliz vatandaşlarından çoğu neden Türk usulü et/sakatat ağırlıklı yemekleri sevmez?

Peki günlük hayatta dahi karşınıza sık sık çıkan bu farklılıkların kalıtsal bir temeli olduğunu hiç düşünmüş müydünüz? Damak tadının genetik kökenler ile ilişkisi konusu oldukça gizemli bir aralığa sahip aslında.

Dünyada doğan, büyüyen her bir bireyin ayrı ayrı bir damak tadı var. Amerika’nın sosyokültürel yapısında devamlı fast-food ile beslenen kitlenin dahi. Damak tadı ve aslında yeme içme yapısı, zevki dediğimiz kavram birçok etkene bağlı. Bunlara rahatlıkla ikamet edilen coğrafi bölge, maddi şartlar, aile yapısı, din gibi unsurlar örnek verilebilir. En basit örneğiyle dinine bağlı bir Müslümana domuz sosisi yemesini öneremezsiniz çünkü bu aykırı yani haram olan yeme içme kurallarının başında gelir İslam’da. Karşıt bir örnek verecek olursam Texas’da veyahut İskoçya’da Kuzey kısımlarında yetişen domuz sayısı ve halkın küçük yaşlardan beri bu hayvandan elde edilen sosis, pastırma gibi ürünleri yemesi onlarda psikolojik açıdan bu yiyecekleri sevdikleri izlenimini yaratır. Kanada’da yaşayan bir ailenin haftanın 6 günü balık yemesi gibi. Çünkü geçimleri buna bağlıdır. Dünyanın en soğuk bölgelerinden birinde yaşarlar ve gelir kaynakları, besin kaynakları ile doğru orantılı olur çoğu zaman.

Tüm bu saydığım unsurlar etkili evet, fakat tüm bunların yanında hepimizin de dahil olduğu bir köken ve ırk var. Yeme zevkimiz üzerinde ırklarımız da büyük oranda etkili. Anadolu’da yaşayan bir teyzeye noodle kültürünü kabul ettirebilirsiniz çünkü bizde de benzer şekilde geçmişi yüzyıllara uzanan bir erişte kültürü vardır. Yakınlık kurar ve kolayca empoze edebilir uzak doğunun eriştesini kendi yeme düzenine.

Aynı şekilde Yunanistan’da yaşayan bir genci sofranızda ağırlarsanız ve ona beyaz peynir ikram ederseniz bunu mutlulukla karşılar zira bizim beyaz peynirimiz onların ülkesindeki Feta peynirine çok yakın bir renkte, dokuda ve tattadır. Anlaşılmasını istediğim şu ki insanlar kendi damak tatlarını hatırlatan ürünleri sever ve kolaylıkla benimser.

Ağız tadının genetik bir miras ile bağlantılı olduğu konusunda yapılmış araştırmalar da var. Londra’daki King’s College Öğretim Üyelerinin 18-79 yaş aralığında 3 binden fazla aynı ve ayrı yumurta ikizleri kadınlar üzerinde yaptıkları araştırma güvenilir, kusursuz bir örnek.

Şöyleki: İngiliz bilim insanları, araştırmalarında bireyleri belli başlı beş kategoriye ayırmış. Meyve ve sebze ağırlıklı beslenen, yüksek alkol tüketen, geleneksel ingiliz tipi beslenen, diyet yapan ve beyaz et ağırlıklı beslenenler.

Meyve ve sebze ağırlıklı beslenenlerin seçimleri bol meyve ve soğan, pırasa, yeşil soğan, sarımsak ,brokoli, karnabahar, tere, lahana ağırlıklı turpgiller ve ender olarak patates kızartması olurken, Yüksek alkol tüketenlerin seçimleri fazla miktarda bira, şarap, nadiren sebze ile kahvaltılarda tahıl gevreği ve meyve olarak şekillenmiş.

Geleneksel İngiliz tipi beslenenlerin, sıklıkla tava balık ve patates, kırmızı et, çörek ve turpgilleri tükettikleri görülmüş.

Diyet yapanlar ise çok miktarda az yağlı süt ürünleri, az şekerli içecekler kuru pastalara sofralarında yer vermişler.

Beyaz et tercih edenler ise çoğunlukla bakliyat, pizza ve az miktarda kırmızı et ile balık, deniz ürünü ve kanatlılar ile öğünlerini geçirmiş.

İngiliz araştırmacılar, yoğunluklu olarak çocukların neden sebze yemedikleri sorusunun yanıtını aramış ve aslında cevabı genlerde bulmuşlar.

Bu çocukların yetiştikleri aile yapıları, ailelerin kökenleri ve genetik kültürleri çocuklara dayatılan sebze yemeye dair ısrarın tam tersi yönünde şekillenmiş. Bu durumda hiçbir çocuktan itiraz etmeksizin sebzeye atılan bir adım beklenemez değil mi?

Başarılı olan araştırmada öğretim üyeleri 3 binden fazla kadını ve dolayısıyla genetik yapılarının etki ettiği çocukları incelemiş ve kesinlikle coğrafi, kültürel, maddi vb. unsurların yanı sıra yeni doğan bireylerin damak tadının kalıtsal olarak bir önceki jenerasyondan etkilendiğini dolayısıyla gen mirası konusunun tüm unsurlar arasında en çok öne çıkan unsur olduğunu kanıtlamışlar.

Buradan da anlaşılıyor ki sevgili okurlar, yediklerimiz bizi, bizden öncekileri ve hatta 3 ila 4 jenerasyon önceki akrabalarımızı temsil ediyor. Genetik unsurlarla şekillenen damak tadı furyası son birkaç yılda gastronomi bazlı bakış açısının etkisiyle birazcık kırılmış olsa ve ön yargılar azalmış olsa da hayatımızın çoğu döneminde genlerimizin bizlerin yeme-içme zevkini şekillendireceği konusu su götürmez bir gerçek.

Sürç-ü lisan ettiysem affola.

Bir sonraki yazımda görüşmek üzere, sağlıkla kalın...

Leyla Günbay

Yorumlar (1)
Yorum Bırak